Aydın Yöresi

ZEYBEK OYUNLARININ TARİHTE ORTAYA ÇIKIŞI

Kerimoğlu Zeybeğinin Hikayesi

Pisi’de küçük bir evde, bir anne ve iki oğlu kendi hallerinde yaşarmış. Babalarını küçük yaşta kaybetmenin ezikliğini, annelerinin dul olmasının getirdiği sorunları, tütüncülük denilen o en meşekkatli ziraatçilik türünü, yokluğu ve çevre baskısını en derinden yaşarlarmış. Anne Hatice oğulları büyüdükçe onlara söz geçiremez olmuş, ne yapacağını şaşırmış. Ağabey Kerimoğlu Hüseyin (ölmüş babasının adı Kerim’miş) ara sıra güzlü tütün alım satımı yaparmış. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde devletin dış borçları nedeniyle Avrupa devletleri tütün üretiminden elde edilecek vergi gelirlerini müsadere altına almışlar, Tütün Rejisi denilen bu sistemde Reji bir yandan ülke kaynaklarının bu şekilde gaspını sağlarken, bir yandan da tekel konumlu alıcı sıfatıyla tütün üreticisini ezermiş. Reji’den başka yere tütün satmak yasakmış. Reji istediği fiyatı verir, ödemeyi de istediği zaman yaparmış. Arkasında devletin yabancı ülkelerle akdettiği anlaşmalar olunca da, hükmü ve varlığı kanun koruması altında, kolluk kuvvetleri de emrindeymiş. Reji’ye birazcık karşı gelen, Reji aleyhinde birazcık konuşan, dayağı yer otururmuş. Ağabey Hüseyin en çok karşı gelenlerden ve en çok konuşanlardan olduğundan devamlı hapis yatar dururmuş. Böyle bir ortamda halkın tek gelir kaynağı kaçakçılıkmış. Kaçakçılık denilen de kendi tütününü kendi istediğine satmakmış.

1889’da gösterirken küçük kardeş Eyüp (Kerimoğlu)’da 17 yaşlarına gelmiş. O da delikanlılığın verdiği ateşle bu düzene ve sisteme isyan edenlerdenmiş. Ağabeyi Hüseyin hapse girdikçe Eyüp de hiddetlenir, daha da isyankar olurmuş.

Günlerden bir gün, Pisi’ye yakın bir köyde arkadaşları ile düğüne gitmişler. İlerleyen saatlerde Kerimoğlu Eyüp arkadaşları ile zeybek oyununa kalkmışlar. Bunun üzerine Muğlalı zenginlerin Pisi ovasındaki arazilerinin kahyalığını yaptığı için Pisi muhtarı olan İzzet Ağa gençlere; “Utanmadınız mı bunca büyüklerin önünde oyuna kalkmaya. Ne zaman adet oldu büyüklerden izin almadan oyuna kalkmak” demiş ve küfürle devam etmiş. Zira büyüğünden izin almadan zeybek oynamaya kalkmak hakaret sayılırmış. Muhtarın karşı hakaretleri üzerine taraflar arasında tartışma çıkmış. Kerimoğlu Eyüp tartışma esnasında belinden çıkardığı bindirme tabancası ile muhtarı öldürmek için ateş etmiş. Ancak muhtar aniden kendini yana atınca sadece kolundan yaralanmış. Düğün yerinde bulunan muhtarın adamları Eyüp’e vurmaya başlamışlar ve onu çok fena hırpalamışlar. Bir ara bir fırsat bulan Eyüp ellerinden kurtulmuş ve evine sığınmış.

Çok geçmeden kolluk kuvvetleri Eyüp’ün evini kuşatmış ve Eyüp dağlara doğru kaçarken çıkan çatışmada Eyüp’ün silahından çıkan bir mermi ile bir zaptiye ölmüş. Kerimoğlu Eyüp hiç yoktan bir katil olmuş. (ALINTIDIR.) Yaşanan münakaşa sonunda ve hiç de ağır sayılmayacak gerekçelerle dağa çıkan Kerimoğlu Eyüp Efe, Muğla’nın Merkez ilçesine bağlı “Yerkesik” kasabası ile “Pisi” denilen Yeşilyurt beldesinin dağlarında devrinin en gözü pek kızanları ile gezmiştir.

Kerimoğlu, Yerkesik ve Pisi dolaylarında baskınlar yapmamıştır. Yalnız ölümüne yakın yıllarda devrin en paralı Yerkesik Tüccarı Hacı Hasan Efendi’ye haber yollayarak kendisi için bir miktar para ayırtmasını istemiş, yakında da bu parayı almaya geleçeğini belirtmiştir.

“Nabi Özsoy: (Hacı Hasan Efendi’nin oğlu) Kerimoğlu babama haber yollamış. Babam pabucu kolay verenlerden değildi. O da karşı haber yolladı. Kerimoğlu benden para değil, ancak kefenini alır diye. Gelmedi. Babam işi sıkı tuttu Sonunda galip geldi.”

Kerimoğlu bir defasında da Kocabahçe denilen yerde konaklamış fakat durmayarak Ula tarafına geçmiştir. Eyüp Efe’nin Kocabahçe konaklaması dışında Yerkesiğe gelmesi ve konaklaması olmamıştır.

Zaptiyeler uzun süre dağda Eyüp’ün izini sürmüşler ama bulamamışlar. 19 yaşındaki bu zeki ve çevik genci ele geçiremezler. Ve nihayet Milas ’ta kaçakçı yakalamakla ünlenmiş “Kör Arap” lakaplı İsmail Çavuş’a haber salarlar.

Kör Arap, daha öncae girdiği bir çatışmada gözünün birini kaybettiğinden ve çok esmer tenli olması sebebi ile bu lakap ile anılırmış. Çok acımasız ve çok keskin nişancıymış.

İşinde uzman olan Kör Arap işe istihbarat edinerek başlamış ve Kerimoğlu Eyüp’ün Çakallar denilen bir mezrada, İbişoğlu İbrahim ’in çoban kulubesinde kaldığını tesbit etmiş. (ALINTIDIR) Kerimoğlu Eyüp 1901 yılı sonlarında, Çakallık ( Menteş Mahallesi) eşrafı İbiş Dayı’nın evinde konaklayarak gece yatısına kalmıştır. Eyüp’ün takibine çıkan Arap İsmail Çavuş komutasındaki bir müfreze heyeti Yenice köyünde durumdan haberdar olur. Hemen o gece müfreze Çakallığa gelerek Kerimoğlu’nun kaldığı evi çember içine alırlar. (ALINTI:MUĞLA İL TOPLUM YAPISI ARAŞTIRMALARI (YERKESİK)-ÜNAL TÜRKEŞ)

1901’in çok güzel bir bahar günüymüş. Öğledensonra dört sularında, pırıl pırıl güneşli bir hava, çamların arasında dolaşan hafif bir meltem, Eyüp’ü tedbirsiz kılmış olacak ki, geceleri dağlarda kaçak dolaşıp, gündüz olunca vardığı İbişoğlu’nun kulübesinde çok derin bir uykuya yatmış. Pencere ve kapının açıldığını farketmemiş. Uyuyan insanı yılan sokmazmış ama yılanın yapmadığını Kör Arap yapmış o sokmuş. Mışıl, mışıl uyuyan Eyüp’e hiç acımadan ve uyandırmadan, canına kıyıvermiş.(ALINTIDIR) Kerimoğlu bu çemberden kurtulamanıştır. Ocak başında açılan ateş sonucu vurularak öldürülmüştür. Mezarı da vurulduğu yer olan Menteş Mahallesinde bulunmaktadır.

Eyüp’ün ölümünden sonra annesi Hatice kahrına fazla dayanamamış, o da çok geçmeden ölmüş. Ağabey Hüseyin önce Yerkesik’e yerleşmiş, çok geçmeden orayı da terk etmiş, nereye gittiğini hiç bilen olmamış.

Ama gün gelecek “Reji” de tarihe karışacaktı. Daha da önemlisi, Eyüp, yöre insanları için kaderine razı olmamanın, her ne olursa olsun direnmenin sembolü oldu. Pisi’nin ve Yerkesik’in de bir kahramanı vardı artık: 19 yaşında, mükafat için kalleşçe vurulan “Kerimoğlu Eyüp”. Halk, kendi kahramanı için, Reji’nin ayakçısı Kör Arap’ı inceden tiye alan türküsünü yakmıştı bile. Bu ağıtlar günümüzde de folklorümüzün zengin örneklerinden olan Kerimoğlu Zeybeğinin oluşmasını sağlamıştır.

Kerimoğlu Zeybeği

Haydülen de ülen de,

Karadağların sandalı da, sandalı.

Al ganlara boyanmış,

Kerimoğlunun her yanı da her yanı.

Öf aman da aman da

Şu dağlarda keklik kalmadı.

Oyna len de koca Arabım sen oyna,

Senden başka yiğit (!) kalmadı.

Yöre : Muğla – Yerkesik

Yörük Ali Efe

Yörük Ali Efe (d. 1895, Aydın – ö. 23 Eylül 1951, Bursa), Kurtuluş Savaşı sırasında 16 Haziran 1919’da Malgaç Baskını ile düşmana ilk darbeyi vurmak suretiyle Aydın yöresinde düşman kuvvetlerinin ilerlemesini durdurmuş olan efe.

Babası Sarıtekeli aşiretinden İbrahim oğlu Abdi, annesi yine Yörüklerin Atmaca Aşireti’nden Fatma’dır.

Yörük Ali 19 yaşına geldiğinde, Aydın dağlarında dolaşan Alanyalı Molla Ahmet Efe’nin grubuna katılmak istedi. Ağır bir sınavdan geçirilerek gruba alındı. Kısa zamanda Efe’nin ve tüm zeybeklerin güven ve sevgisini kazanarak grupta ikinci adam konumuna yükseldi. Alanyalı Molla Ahmet Efe’nin Bozdoğan Kavaklıdere baskınında ölmesi üzerine Yörük Ali Efe olarak grubun başına geçti.

Dört yıldan fazla dağlarda dolaşan Yörük Ali Efe, bu süre içinde daima ezilenin mağdur edilenin, güçsüzün yanında oldu. Haklı olarak halk tarafından sevildi, itibar ve destek gördü.

Yörük Ali Efe 1919 senesinde dağdan indi. O sıralar düşman İzmir ardından Aydın ve Nazilli’yi işgal etmişti.

Yörük Ali Efe, Kıllıoğlu Hüseyin Efe ve bazı arkadaşları, Aydın ilinin Çine ilçesi Yağcılar köyünde toplanarak, Yörük Ali Efe ve arkadaşlarının 16 Haziran 1919 tarihinde Sultanhisar ve Atça arasındaki Malgaç deresinin üstünden geçen Malgaç demiryolu köprüsü yanındaki Yunan karakoluna baskın yaptılar. Baskın sonunda karakol tümüyle imha edildi, cephane ve erzaklar ele geçirildi. Bu baskın Batı ve Güney Anadolu’da düzenli, bilinçli, ve milli şuurla işgalcilere yapılan ilk baskın olarak kabul edilmektedir. Bu önemli başarı halka ümit ve cesaret vermiş, düşmanın yurttan kovulabileceğine olan inancını arttırmış ve Yörük Ali Efe’nin liderliğini perçinlemiştir. Düşman beklemediği bu baskın karşısında paniğe kapılmış, Nazilli’deki kuvvetlerini Aydın istikametine kaçmıştır. Ne yazık ki çevreyi yakarak, yıkarak, masum insanları öldürerek.

Daha sonra 7. Tümen kumandanı Şefik Aker’in başkanlığında kurulan halk meclisinde oy birliğince alınan karar uyarınca Aydın, Yörük Ali Efe emrindeki kuvvetler tarafından kurtarılmıştır. Ancak takviye kuvvetlerle güçlenen düşman ordusu Aydın’ı ikinci kez işgal etmiştir. Artık kanlı savaşlar başlamıştır. Köşk, Umurlu ve Dörtyol cephesi kurularak olağanüstü cesaretle, donanımlı ve sayıca çok fazla olan düşman kuvvetleri büyük kayıplara uğratılmıştır. Böylece düzenli ordu kurulana kadar yirmi aylık bir süre düşman kuvvetlerinin Aydın kanadından Anadolu içlerine ilerlemesi engellenmiştir.

Düzenli ordunun kurulması üzerine Yörük Ali Efe, emrindeki savaş deneyimi çok iyi olan büyük bir gurubu her ferdinin istek ve sevgisiyle orduyla bütünleştirmiştir. Kendisi de Milli Aydın Cephesi Komutanı olarak savaş sona erene kadar vatani görevini sürdürmüştür.

Yörük Ali Efe alçakgönüllü bir insandı. Kurtuluş Savaşı’ndaki rolü ile ilgili olarak yapılan övgülere verdiği şu cevabı her zaman hatırlanacaktır:

“Bazı kimseler savaş zamanında yapılan işlerin bir çoğunu bana ve başkalarına mal ederler. Bu yanlıştır. Bir kişinin, beş kişinin böyle büyük davalarda ne ehemmiyeti olur ki? Gönlünde vatan muhabbeti taşıyan her vatansever o günlerde bizim gibi düşünmüş, bizim gibi duymuş, ondan sonra da bizimle beraber olmuştur. Milli mukavemette aslan payını kendine ayırmakta hata vardır. Bir elin sesi olur mu ki?”

Cumhuriyet döneminde Yörük soyadını alan Ali Efe, Kurtuluş Savaşından sonra altı sene İzmir’de yaşadı, 1928 senesinde, Kurtuluş Savaşında bir süre karargahı olan Yenipazar’a taşındı. 1951 senesinde, İzmir’de geçirdiği talihsiz bir tramvay kazasında bacaklarını kaybetti. 1953 yılında tedavi için gittiği Bursa’da ölmüştür.

Yörük Ali Efe vasiyetinde Yenipazar’da toprağa verilmesini istedi. Ayrıca “Halkı iyidir, toprağı sever, toprağı seven insan sever. Ben orada rahat ederim dedi.”

Kuvayı Milliye’nin bu değerli komutanı TBMM tarafından İstiklal Madalyası ile ödüllendirilmiştir. Ayrıca Türk halkı tarafından adına türkü yakılmıştır.

Yenipazar’daki evi Kültür Bakanlığı tarafından müze olarak düzenlenerek Yörük Ali Efe Müzesi adıyla ziyarete açılmıştır.

Yörük Ali Zeybeği

Şu Dalama’dan geçtin mi,

Soğuk da sular içtin mi

Efelerin içinde içinden

Yörük de Ali’yi seçtin mi?

Hey gidinin efesi, efesi

Efelerin efesi

Şu Dalama’nın çeşmesi

Ne hoş olur içmesi

Yörük de Ali’yi sorarsan

Efelerin seçmesi

Hey gidinin efesi efesi

Efelerin efesi

Cepkenimin kolları

Sayılmıyor pulları

Yörük te Ali geliyor

Açıl Aydın yolları

Hey gidinin efesi efesi

Efelerin efesi

Aydın Dağı’nı oymuşlar

İçine mavzer koymuşlar

Yörük de Ali’nin adını

Hazreti Ali koymuşlar

Hey gidinin efesi efesi

Efelerin efesi

Efe Ege`nin Kurtuluş Destanı Yörük Ali Efe

Cilt: 1

Sabahattin Burhan lerin efesi

HARMANDALI ZEYBEĞİ

Bu Harmandalı, zeybek çeşitlerinin epey zamandır en yaygını ve en çok oynanılanı olarak tanınıyor. Aynı isimdeki eskisiyle hiçbir al’kası yoktur. Şimdiki Harmandalı oyun havasını 1916’da Çanakkale’de Ahmet Yekta Madran merhum yazmıştı. Sözleri Kurtuluş Savaşı’nda o havaya benimsetilerek “Harmandalı Zeybek Oyun Havası” diye gün gördü. Rahmetli Ahmet Yekta Madran meraklı bir musikîci ve eski muzikalılardandı. Egeli halk çocuklarından olmasıyla zeybek oyunları konusuna çekirdekten itibaren ömrü boyunca güven ve gururla bağlı yaşamıştı. Oyunun bilenlerce daima onun adı anılarak tutunabilişi yerinde bir kadirbilirlik eseri olmuştur. Bu itibarla ve “Eski Harmandalı”ndan ayırt edilmek üzere oyunun “Madran Zeybeği” diye ayrıca adlandırılması en doğru bir hareket olacaktır.

Eski ve yeni Harmandalı çeşitleri arasında figür unsurları bakımından “Üç başlangıcı” gibi müşterek (ortak) taraflar yok değildir. Yeni Harmandalı da Ege yöresinde az çok farklarla oynanır. Belli başlı tertibe göre havasının temposu üç sayılıp beş oynanır.

Harmandalı çoğu zaman tek oynanmakla beraber 2. 4 ve daha çok kişiyle yürütülmesi de mümkündür. Sekiz figürü vardır. Bergama’nın Kaşıkçı köyünde görülebilen dörtlü Harmandalının eskisine en yakın kaldığı anlaşılır.

Oyuna Kalkış: Harmandalına kalkan oyuncu, sol ayak önde, sağ ayak yarım adım geride olmak üzere efece durur ve kendi ed’sı dairesinde haykırır; bu “esas duruş”tur.

Duruş, yürüyüş, kolların sallanışı, havaya kaldırılması ve ağır ağır indirilmesi, sağ elle silâhlıktan (yani belden) tabancaya davranır gibi yapış, bütün bunlar oyuncunun elinde olan tavırlardır, sanatla yapılabilirler.

1. Yürüyüş: Havayı alma sırası gelince “üç yapılarak” oyun başlar. Yerinde olmak üzere sol ayak bir karış kadar kalkar ve iner. Sağ ve sol ayaklar böylece kalkıp inerler. Üç yapılmış olur. Bu hareket sırasında kollar iniktir.

Üçler, oyunun düzenli yürümesi için yapılır. Her figürün başında ya bu “Üç”, yahut onun yerine soldan dönme yapılır. Sırası gelince “soldan dönme” de anlatılır. Tarifler sırasında, “üç yapılır” delindiği zaman bu sol, sağ ve yine sol ayakların yerinde kalkıp inişi anlaşılmaktadır.

Üç yapıldıktan sonra durulmadan beş yapılır. “Beş yapmak” şöyle olur: Kollar aşağıda ağır ağır sallanır. Sağ ayak bir adım ileri atar (bir). Sol ayak bir adım ileri atılır (iki), Sağ ayak bir adım ileri (üç), sol ayak bir adım ileri (dört) ve sağ ayak tekrar bir adım ileri atılır (beş), durulur. Bu gezinti daha ziyade daire çizer gibi yapılıp beşte daire içinde dönmüş olur.

Harmandalının havası bu 3 ve 5 yani “sekiz” esası içinde döner. Sekiz figür, bu esasa göre düzenlidir.

İlk figür, yani (gezinti”, bir – iki veya üç defa yapılabilir. Oyunun kısa veya uzun sürmesi hareketlerin sayısına (tekrarına) bağlıdır.

2. Kollu Yürüyüş: Esas duruşta, sol ayak önde sağ ayak yarım adım geridedir. Kollar ağır ağır kalkarken oyun başlar ve beş yapılır.

Birinci figürün aynıdır, fakat beşte kollara havada oynatılır. Bir, iki veya üç defa yapılabilir.

3. Çarpma: Esas duruştadır, üç yapılır. Bundan sonra sağ ayak sol ayak üstüne atılır (bir), yarım adım kadar sağa açılır (iki), yine sol ayak üstüne atılır (üç), yarım adım sağa açılır (dört), beşinci de sağ ayak bir adım ileri atılır, sol diz üstüne çökülür (fakat diz yere değmez) ve sağ kol belden bıçak çeker gibi bir davranış yaparken yukarı kalkılır (beş), kollar ağır ağır inerken sağ ayak üstünde durulur. Üç sayı kadar bu vaziyette yerinde durulduktan sonra aynı hareket yürütülür. Sıra beş sayısına gelince sol ayakla tekrarlanır. Yani, sol ayak iki sefer de sağ ayak üstüne çarpılıp açılır. Beşte soy ayak bir adım geriye atılarak sol diz üstüne çökülür gibi yapılmak suretiyle kalkılır.

Üçüncü figür bir defa oynanır. İstenirse ikinci figür bir veya iki defa tekrarlanır.

4. Ağır Atlama: Esas duruş. Üç yapılır. Sağ ayak sol ayak üstüne atılıp üç sayı kadar durulur. Sağ ayak burnu bir karış önden yere değdirilir ve bir adım kadar ileri atılır (dört); sol ayak bir adım ileri atılarak biraz çökülür ve kalkılır (beş); ayağa kalkılırken kolları ağır ağır iner.

5. Diz Üstü: Soy ayak önde, sağ ayak yarım adım geridedir. “Üç” yerine “soldan dönme” yapılacaktır. Soldan geri şöyle dönülür. Sol ayak kaldırılıp bir karış açıkta yarım sola doğru basılır (bir); sağ ayak gövdeyle birlikte yarım daire çizerek sola döner (iki) sol ayak yerinden kalkıp bir karış öne basar (üç) sola dönülmüş olur. Dönme sonunda yine sol ayak önde, sağ ayak yarım adım geride kalmıştır.

Sağ ayak sol ayağın dizi üstüne atılır (bir); aynı ayak arkaya atılır (iki), gene sağ ayak bir adım ileri atılır (üç), sol ayak arkada kalmak üzere çökülür. Sol diz üstüne gelinerek sol diz bir kere yere vurur (dört); yerde yarım sola dönülüp sağ diz de bir kere yere vurulur (beş). Sol ayak üstünde ayağa kalkılırken kollar ağır ağır aşağıya iner.

Sol ayak üstünde ayağa kalkıldıktan sonra istenilirse esas duruşta sağ ayak üstüne basılarak “soldan dönme” yapılır. Kollar aşağıdadır ve ağır ağır sallanır, sonra kaldırılırlar. İkinci figür gibi oynanır.

6. Atik Hareket: Esas duruş ve üçü yerine “soldan dönme” yapılır.

Sol ayak sol ayak üstüne doğru hızla gider ve sağa gelir (bir); sağ ayak bir adım ileri atılır, çökülür ve hemen ayağa kalkılır (iki); sol ayak diz üstüne atılır (üç), bir adım ileri basılır (dört); sol ayakla bir defa sekilirken sağ ayak öne atılıp çökülür gibi yapılarak kalkılır (beş). Kollar da ağır ağır indirilmiştir. İstenilirse beşinci figürün sonundaki gibi oynanır.

7. Diz Çökme: Üç yerine “soldan dönüş” yapılır. Dönüşten sonra; sağ ayak arkada kalıp yarım adım öndeki sol ayağın üstüne basılır. Sağ ayak hızla bir adım ileri atılır (bir); çökülür (iki); sol diz iki kere yere vurulur (üç): sonra ayaklar yerde kımıldamaksızın yarım sola dönülür, sağ diz bir defa yere dokundurulur (dört), sağ ayak üstüne basılarak kalkılır ve kalkılırken kollar ağır ağır iner (beş). İstenilirse birinci figürün sonundaki gibi oynanır.

8. Çapraz – Bağlantı: Sol ayak ilerde, sağ ayak geride durulur, soldan dönülür.

Sağ ayak az sola çaprazlama bir adım atılır yere basılır (bir); sol ayak da yerinde bir miktar kalkıp yine basar (iki); sağ ayak yarım sağa döndürülürken bir adım ileri atılır (üç); sol ayak sağın yanına gelip ucu yere basar (dört); tekrar sol yana bir adım kadar açılarak burnu hafifçe yere basılırken sağ kol yukarda ve sol kol inik bulunur; böylece bir miktar kaykılı durulup sel’m verilmiş olur ve oyun biter (beş).

Harmandalı Zeybeği

Harmandalı efem bakıyor, hey hey

Bileğinden kanlar akıyor, vay hay

Gümüş bilezikli mavzerin vay hay

Namlusunda şimşek çakıyor, vay hay

Efeme her cepken yaraşır, hey hey

Korku nedir bilmez dolaşır, vay hay

Bütün kızanların önünde, vay hay

Elinde yatağan savaşır, vay hay

İzmir ve yöresinin günümüzdeki başlıca zeybek çeşidi olan Harmandalı Zeybekte söylenen bu türkünün havasında da mertliğin ifadesi açıktır